Yönetmen : Mel Gibson
Rudy Youngblood, Raoul Trujilo, Dalia Hernandez
Gerilim, Aksiyon, Tarihi
''Büyük medeniyetler kendi içinden parçalanmadıkça fethedilemez''
Maya krallığı bir çöküşün eşiğindedir. Bu zor durumdan
kurtulmak için, Tanrılara kurban verilecek bedenlere ihtiyaç vardır. Mayalar bu
kurban ihtiyaçlarını, avcıları sayesinde karşılar. Avcılar uzak ormanlarda
yaşayanları toplayarak, krallığın kalbine getirirler. Genç ve işe yarar kadınlar köle pazarında
satılır, genç erkekler ise kalpleri sökülüp, kafaları kesilerek Kukulkan’a
kurban edilir.
Jaguar Pençesi, babası Billur Gökyüzü liderliğindeki köyde
karısı, çocukları ile sakin bir hayat yaşamaktadır. Gündüz avlanan, gece ise
eğlenen bu köy bir gün avcıların hedefi olacaktır. Avcılar Jaguar Pençesi’nin
babasını öldürürler, Jaguar pençesi son anda ailesini bir kuyuya saklamayı
başarır ve ardından yakalanır. Maya Krallığının kalbine uzun bir yürüyüş başlar…
Korku bir hastalıktır. Sürünerek onu kabul eden herkesin ruhuna girer. Senin huzurunu lekelemiş bile. Seni korku ile yaşamanı izlemek için yetiştirmedim. Kalbindeyken savaş onunla. Köyümüze getirme.
Filmin ilk yarısı Maya uygarlığını, oradaki yaşamı, kültürü
ve medeniyeti tanıtan bir belgesel niteliği taşıyor adeta. Kostümler,
makyajlar, Maya şehri ve Maya dili. Olağanüstü incelikli bir çalışma.
Böylelikle hikayenin geçtiği zamana ve mekana seyirci tam anlamıyla
hazırlanıyor. İkinci bölüm ise tamamen aksiyon… İzleyiciyi soluksuz bırakacak kadar
hızlı ve heyecanlı bir takip.
Benim adım Jaguar pençesi. Ben bir avcıyım. Burası benim ormanım ve benim oğullarım, onların oğulları da burada avlanacak.
Şiddet ve kan bolca ancak ustaca. Estetik olarak neredeyse
kusursuz bir film. Eleştiriler bu estetik anlayışa yönelik değil zaten. Filmin
alt metninde Mel Gibson’ın vermeye çalıştığı iddia edilen mesajlara ilgili
eleştiriler var. Özellikle filmin sonunda görülen gemiler, bu eleştirilerin
odak noktası…
Mel Gibson’ın Braveheart ile başlayan yönetmenlik evreni,
şahsına münhasır bir noktaya gelmiş durumda. Zor zamanlarda ayakta kalan,
badireler atlatan, yaralanan ancak asla pes etmeyen bir kahraman etrafında
yoğrulan öyküleri her seferinde kan ve şiddetle bezemekte bir sakınca görmeyen
Mel Gibson, öykülerin geçtiği mekanı ve zamanı tasarlamayı büyük bir
mükemmellikle başarıyor. Estetik olarak kusursuza yakına giden bir yol. The
Passion of Christ filminde İbranice kullanan Gibson, Apocalypto'da ise bu sefer
Maya dilini kullanıyor. Bu çaba filmlerin sinematik gerçekliğini oldukça
arttırıyor. Mel Gibson bir sinemacı, kurgu filmler çekiyor, belgesel değil.
Ancak hikayeleri “belgesel” gibi hikayeler. Bu yüzdendir belki de “kendi
inandıklarını” filmlerine aktardığında oluşan tepkiler.
İnsan dedi ki; “Daha iyi görmek isterdim”.
Akbaba şöyle karşılık verdi; “ Benim gözümle gücümü alacaksın .”
Ve yine insan dedi ki; “Çok güçlü olmak isterdim”,
Jaguar cevap verdi; Benim gücümü alacaksın .
Sonra insan yine dedi ki; Yeryüzünün sırlarını bilmek isterdim”
Yılan cevap verdi; “Ben sana göstereceğim .”
Sonunda insan tüm hayvanlardan kazanacağı tüm yetenekleri alınca gitti .
Baykuş bütün hayvanlara dedi ki ; “ Artık insan çok şey biliyor ve çok şey yapabilir .”
Geyik dedi ki;” İnsan tüm istediklerine kavuştu . Artık kaderi son bulacak .”
Yine baykuş; “Hayır, o insanda bir delik gördüm. Asla doyuramayacağı açlık kadar derin bir delik . Onu hüzünlendiren ve daha fazlasını istemesine neden olan şey bu .” Durmadan almayı sürdürecek ve ta ki dünya şöyle diyene kadar ” Daha fazla veremeyeceğim ve verecek bir şeyim kalmadı .”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder