Yönetmen : Tolga Karaçelik
Nadir Sarıbacak, Özgür Emre Yıldırım, Osman Alkaş, Kadir Çermik, Hakan Karsak
Hegemonik Bir Sarmaşık veya Damarda
Gezen Hegemonya: Sarmaşık
veya sadece Sarmaşık
Filmimiz 2015 yapımı, “Sarmaşık”. Yazan ve yöneteni ise ilk filmi “Gişe Memuru” ile dikkatleri üzerine çeken Tolga Karaçelik. Sarmaşık, Angola’ya giderken yasal sıkıntılar nedeniyle Mısır açıklarında demir atmak zorunda kalan bir gemideki 6 gemicinin kapana kısılmışlıklarını, çaresizlik ve belirsizlik içindeki bu gemicilerin psikolojik değişimlerini ve en nihayetinde hükmetme arzusuna karşı beliren isyan duygusunu ve direnişi konu alıyor.
Gemi demir attıktan sonra kaptan ve
gemiciler arasında ve gemicilerin kendi aralarında sorunlar baş gösterir. Rutin
yaşamında alengirli işlerden geri durmayan, son vukuatından sonra da izini
kaybettirmek için gemide tayfa olan Cenk (Nadir Sarıbacak) ve ortama uyum
sağlamak konusundaki yeteneğinden başka hiçbir özelliği olmayan bitirim Alper
(Özgür Emre Yıldırım) günlerdir yeni bir haber almadan bekledikleri gemide ilk
isyan fişeğini yakarlar. Geminin kaptanı Beybaba’nın (Osman Alkaş) has adamı ve
emirlere sorgulamadan itaat eden usta gemici Reis İsmail (Kadir Çermik) ile
gerilim yaşarlar. Beybaba olanları uzaktan izlemeye, kamarot Nadir (Hakan
Karsak) ise ne olduğunu anlamaya çalışmaktadır. Hikayenin başından sonuna kadar
cüssesini göstermekten başka hiçbir şey yapmayan ve hiç konuşmayan “Kürt” ise kaptan ve gemiciler
arasında bir kalkan olmuştur.
Tolga Karaçelik’in zor ve cesur
senaryosunu hikayeleştirmede gösterdiği başarıda, başta Nadir Sarıbacak (Cenk)
olmak üzere tüm oyuncuların gösterdiği olağanüstü performanslar ve görüntü
yönetmeni Gökhan Tiryaki’nin dehası yadsınamaz. Ödüle doymayan bir filmden
bahsediyoruz sonuçta. Tiryaki başarılı çekimleri ile izleyiciyi gemideki
olaylara müdahil olamayan, gemide yaşayan sessiz bir tayfaya dönüştürüyor.
Filmin kurgusunun da eksiksiz olduğunu belirtmekte fayda var. Zira izleyici
filmin zamanına ve mekanına çok rahat adapte olabiliyor. Kurgudaki bu başarı
izleyicinin her daim diken üstünde kalmasını sağlıyor ve izleyiciyi rahatsız
ediyor. Belli ki Tolga Karaçelik’in amacı da bu zaten; İzleyiciyi rahatsız
etmek. Rahatsız etmek derken ''Kimsenin kolayca ve içi rahat bir şekilde
izleyemeyeceği filmler yapıyorum'” diyen usta yönetmen Haneke filmlerine benzer
bir özellik gözüme çarptı filmde. Ki bu özellik daha önce de belirttiğim gibi
izleyicinin geminin içine inmesine neden oluyor. Haneke filmlerinde asla dış müzik
kullanmaz. Ya televizyondan gelir müzik sesi ya da arabadan. Bunun gerekçesini
ise “gerçekliğe yakın olmak” olarak açıklar Haneke. Tolga Karaçelik filmi
yönetirken ve kurgularken Haneke’den ilham almış mıdır? Bilemem. Ama müzik
kullanımı bana Haneke filmlerini anımsattı.
Cenk karakterinden ve filmin
gerilim dozajının benzeşmesinden ötürü “Guguk Kuşu”nu (One Flew over the
Cuckoo’s Nest) hatırlamadım da değil. McMurphy polisten kaçmak için kendini bir
akıl hastanesine atıyordu ve deli numarası yapıyordu. Ama bir süre sonra
hemşireyle yaşadığı gerilim malum. Cenk ise Bedaş kıyafetleriyle yaptığı
dolandırıcılık nedeniyle kanunla başı derde girmek üzereyken kendini gemiye
atmıştı. Ne olacağı belli olmadığı için de Türkiye’ye dönmemiş ve gemide
kalmıştı. Ama gemideki durumlar Cenk’e göre değildi. Sonra çatışma başladı.
Bulunduğu yeri yargılayan ve eninde sonunda asıl kimliklerine dönen iki adam.
McMurphy ve Cenk.
Filmi izledikten sonra hikaye
kurgusu bana başka bir filmi daha çağrıştırdı. Sarmaşık, hikayesinin geçtiği
mekan ve işlediği insan doğası gerçekliği ile aslında biraz William Golding’in
kendisinden meşhur kitabı Sineklerin Tanrısı’nı (Lord of the Flies) da
andırıyor. Biliyorsun filmi de çekildi bu eserin. Sarmaşık denizin ortasında
gitmeyen bir gemide sıkışmış kalmış gemicilerin, Sineklerin Tanrısı ise bir
adada mahsur kalan bir grup çocuğun hikayesini anlatıyor. İki hikaye de erkek
hikayesi, hiç kadın yok.
Fakat çok daha dikkat çekici bir
şey var burada: iki hikaye de modern toplumdan uzak bir mekan olarak denizde
geçiyor. Birisi ıssız bir ada, birisi denizin ortasında bir gemi. Bu
temassızlık durumu aslında modern toplum sistemlerinin şekillendirdiği ve bir
anlamda dizginlediği güç ve sınıf ilişkilerini, statüleri ve rolleri ıssız bir
adada veya denizin ortasında bir gemide anlamsızlaştıran bir faktör. O nedenle
filmin en belirgin metaforik imgesi aslında hikayenin üzerinde geliştiği
düzlem, yani gemi. Gemiyi burada işleyen bir modern toplum sistemi olarak ele
alırsak, o gemideki bireylerin geminin denizde ilerlemesini sağlamaları
karşılığında elde ettikleri kazanımlarla yaptıkları işin zorluklarına razı
geldiklerini söyleyebiliriz. Örneğin, statü ve rollerimiz gereği ve bunların
bize sağladığı yaşamsal kazanımlardan mahrum kalmamak adına, gündelik yaşamda
muhatap olduğumuz insanlarla iyi ilişkiler içinde olmak durumundayız, değil mi?
Modern yaşamın oyuncuları olarak çok azımız aslında boğazlamak istediklerimize
günaydın demek zorunda değiliz. Peki bu statü ve rollerin ontolojik kaynağı
olan sistem ortadan kalkarsa ne olur? Tolga Karaçelik’in ifadesi ile, ya gemi
artık gitmiyorsa?
İşte bu noktada Durkheim’ın Anomi
dediği şey gerçekleşiyor. Yani gemidekiler gitmeyen bir geminin kurallarının
işlevine, sonuçta elde edecekleri maaşları için bütünün sadık bir parçası
olmalarının gerekliliğine inanmaz hale geliyorlar. Karadayken rolleri gereği
taktıkları maskelere artık ihtiyaçları kalmayan insanların, birbirleri ile
ilişkilerinde kendi koydukları kuralları işlettiklerinde Anominin nasıl
Anarşiye döndüğünü görüyoruz filmde. Tabi film asıl bundan sonra başlıyor. Yani
Tolga Karaçelik “Ya gemi gitmiyorsa?” dedikten sonra şu soruyu ekliyor: “O
zaman kaptanla ne yapacağız?” Aslında filmin asıl derdi de bu soru ve bunu da
yüz dakikada olabileceği kadar iyi işliyor Tolga Karaçelik. Büyük büyük
kuramsal lafların, küçük insanların praxislerinde gömülü olduğunu belgeliyor
bir yerde.
Hiç boş atmamış Tolga Karaçelik.
Diğer bütün unsurlar fevkalade iyi olsa da, karakterler konusunda başarı
yakalamasaydı bu film bu kadar iyi olmazdı bence. O yüzden ayrıntıcı ve titiz
çalışmış. Karakterler, karakterlerin sosyokültürel arka planları ince ince
tasarlanmış belli ki. Cenk’in Adana Demir forması boşuna değil, Alper’in
taksici, Kürt’ün koruma olması da boşuna değil. Senin de belirttiğin gibi “gemi
gitmeyince” o karakterlerin derinliği iyice ortaya çıkıyor ve hiç sürpriz
olmuyor yaşananlar.
İlk bakışta – her ne kadar
yönetmeni aksini iddia etse de – alegorik bir Türkiye örneklemi gibi görünüyor
film. Metaforların işaret ettiği gerçeklikler de bize bunu rahatlıkla
söyletiyor. Fakat ben burada onlara değinerek hikayesinin derdini sahibinin
istemediği biçimde Türkiye özeline indirgemeyeceğim. Zaten konu iç politika
olunca bu metaforları kaçırmayacak, “Vay be, adamlar hükümete nasıl çakmış
görüyor musun?” diyecek çok sayıda aydınımız olduğu için, o konuları geçiyorum.
Yalnız filmin asıl derdini tartışmazsak, hem filme hem de filmin izleyenlerine
haksızlık etmiş oluruz. Sarmaşık, işaret ettiği sorun itibariyle çok derin
evrensel bir konuyu işliyor aslında: Hegemonya. Bu kavram çoğunlukla baskı ile
özdeş gibi düşünülür. Fakat baskı, gücün insanları konumlarına razı etmek için
kullandığı hegemonik araçlarından biri sadece, dolayısıyla tam karşılamıyor.
Aslında hegemonya, insanların
zihinlerinde bulundukları toplumsal konumla ilgili konsensüs geliştirmeleridir.
Yani, örneğin, kadınların erkek işlerini yapamayacakları düşüncesinin en çok da
kadınlar arasında yaygın olması durumu gibi. Gemide tam da böylesi hegemonik
bir durum söz konusu. Bir madun olarak İsmail karakteri bunu gösteriyor bize.
Madun, toplumda konuşamayan ve bundan dolayı da özneleşememiş bir bireydir.
İsmail, Beybaba ile ilişkisinde, onun gücüne tam itaati gereği her denileni
sorgusuz yapan, inisiyatif alamayan ve potansiyelinden habersiz bir ezilen
aslında aynı zamanda. Gemideki diğerleri su, gıda, maaş ve madde yoksunluğundan
dolayı artık isyanın eşiğindeyken, örneğin, Beybaba’nın emri gereği boynundaki
ecza odası anahtarını Cenk’e vermeyişiyle İsmail, konumunu içselleştirmenin
hakkını fazlasıyla veriyor. Ta ki bir gece Cenk kafasına çekiçle vurup anahtarı
alana kadar. Orada işin rengi değişiyor ve İsmail düşünmeye başlayarak
madunluğun sınırlarını zorluyor. Yalnız onu buna iten Cenk’in şiddet eylemi
değil, bu eylem esnasında Beybaba’nın kamarasının kapısını içeriden kilitleyip,
hiç bir şeye karışmaması oluyor.
.
Filmin son sahnesinde, Cenk’in
elindeki çekici güverteye vurur halde dile getirdiği “İsmail, Beybaba’nın
anahtarı sende mi?” sorusu akıllara Spivak’ın “madun konuşabilir mi?” sorusunu
getiriyor. Çok önemli bir soru Cenk’in sorusu o nedenle. Aslında hegemonya
nesnesi olan tüm ezilenlere soruyor bu soruyu Cenk. Yönetmen cevabı da
izleyiciye bırakıyor o nedenle. Bir madun olarak İsmail söz söyleyerek
madunluktan kurtulabilecek, harekete geçerek özneleşebilecek mi; yoksa gemide
herkes kendi kurallarını işletecek ve kaderlerini doğal seçilime mi
bırakacaklar?
Cevabı izleyenlere bırakan onlarca
film izledim. Kimisinde çok kızdım sonlara, kimisini hala kafamda tartışıyorum.
Ama Sarmaşık nasıl bitmeliydi diye sorsan kesinlikle böyle bitmeliydi derdim.
Yani filmin sonu artık Tolga Karaçelik’e ait değil. Bize ait, yani
‘izleyenler’e.
Bir de şöyle bir durum var, aslında
ezen ezilen ilişkisinin kadim sorunsalı biraz da. İnsanlar hakkı olanı
alamadıklarını veya sömürüldüklerini illa sistemin durması ya da canlarına tak
etmesi durumunda mı fark edebilecekler; ancak böylesi bir kırılmada mı harekete
geçebilecekler? Güce hayranlık içermeyen doğru bir bilinç başka türlü kazanılamıyor
mu?
Fakat filmi yönetmen Tolga
Karaçelik bu konuda net. Doğru bilincin insanların canlarına tak ettiği durumda
gerçekleşeceğini düşünüyor, “insanoğlunu biraz delirmek kurtaracak” diyerek.
Tıpkı Dondurmam Gaymak’da ustanın “Şerefsizim bi cinnet her şeyi
halledeee” diye ünlediği gibi.
Not : Bu yazıyı sevgili dostum
Ahmet Kaysılı'nın çabası ve önerisi ile farklı bir formatta bir sinema dergisi
için kaleme almıştık. Ancak bizden kaynaklanmayan nedenlerden dolayı
yayınlanamadı. Ben de Sarmaşık ile ilgili bu çalışmayı biraz formatını
değiştirerek buraya aldım. Tekrardan emeğine ve yüreğine sağlık Ahmet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder