#623 Sarmaşık - 2015

Yönetmen : Tolga Karaçelik
Nadir Sarıbacak, Özgür Emre Yıldırım, Osman Alkaş, Kadir Çermik, Hakan Karsak

Hegemonik Bir Sarmaşık veya Damarda Gezen Hegemonya: Sarmaşık
veya sadece Sarmaşık

Filmimiz 2015 yapımı, “Sarmaşık”. Yazan ve yöneteni ise ilk filmi “Gişe Memuru” ile dikkatleri üzerine çeken Tolga Karaçelik. Sarmaşık, Angola’ya giderken yasal sıkıntılar nedeniyle Mısır açıklarında demir atmak zorunda kalan bir gemideki 6 gemicinin kapana kısılmışlıklarını, çaresizlik ve belirsizlik içindeki bu gemicilerin psikolojik değişimlerini ve en nihayetinde hükmetme arzusuna karşı beliren isyan duygusunu ve direnişi konu alıyor.
Gemi demir attıktan sonra kaptan ve gemiciler arasında ve gemicilerin kendi aralarında sorunlar baş gösterir. Rutin yaşamında alengirli işlerden geri durmayan, son vukuatından sonra da izini kaybettirmek için gemide tayfa olan Cenk (Nadir Sarıbacak) ve ortama uyum sağlamak konusundaki yeteneğinden başka hiçbir özelliği olmayan bitirim Alper (Özgür Emre Yıldırım) günlerdir yeni bir haber almadan bekledikleri gemide ilk isyan fişeğini yakarlar. Geminin kaptanı Beybaba’nın (Osman Alkaş) has adamı ve emirlere sorgulamadan itaat eden usta gemici Reis İsmail (Kadir Çermik) ile gerilim yaşarlar. Beybaba olanları uzaktan izlemeye, kamarot Nadir (Hakan Karsak) ise ne olduğunu anlamaya çalışmaktadır. Hikayenin başından sonuna kadar cüssesini göstermekten başka hiçbir şey yapmayan ve  hiç konuşmayan “Kürt” ise kaptan ve gemiciler arasında bir kalkan olmuştur.

Tolga Karaçelik’in zor ve cesur senaryosunu hikayeleştirmede gösterdiği başarıda, başta Nadir Sarıbacak (Cenk) olmak üzere tüm oyuncuların gösterdiği olağanüstü performanslar ve görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki’nin dehası yadsınamaz. Ödüle doymayan bir filmden bahsediyoruz sonuçta. Tiryaki başarılı çekimleri ile izleyiciyi gemideki olaylara müdahil olamayan, gemide yaşayan sessiz bir tayfaya dönüştürüyor. Filmin kurgusunun da eksiksiz olduğunu belirtmekte fayda var. Zira izleyici filmin zamanına ve mekanına çok rahat adapte olabiliyor. Kurgudaki bu başarı izleyicinin her daim diken üstünde kalmasını sağlıyor ve izleyiciyi rahatsız ediyor. Belli ki Tolga Karaçelik’in amacı da bu zaten; İzleyiciyi rahatsız etmek. Rahatsız etmek derken ''Kimsenin kolayca ve içi rahat bir şekilde izleyemeyeceği filmler yapıyorum'” diyen usta yönetmen Haneke filmlerine benzer bir özellik gözüme çarptı filmde. Ki bu özellik daha önce de belirttiğim gibi izleyicinin geminin içine inmesine neden oluyor. Haneke filmlerinde asla dış müzik kullanmaz. Ya televizyondan gelir müzik sesi ya da arabadan. Bunun gerekçesini ise “gerçekliğe yakın olmak” olarak açıklar Haneke. Tolga Karaçelik filmi yönetirken ve kurgularken Haneke’den ilham almış mıdır? Bilemem. Ama müzik kullanımı bana Haneke filmlerini anımsattı.

Cenk karakterinden ve filmin gerilim dozajının benzeşmesinden ötürü “Guguk Kuşu”nu (One Flew over the Cuckoo’s Nest) hatırlamadım da değil. McMurphy polisten kaçmak için kendini bir akıl hastanesine atıyordu ve deli numarası yapıyordu. Ama bir süre sonra hemşireyle yaşadığı gerilim malum. Cenk ise Bedaş kıyafetleriyle yaptığı dolandırıcılık nedeniyle kanunla başı derde girmek üzereyken kendini gemiye atmıştı. Ne olacağı belli olmadığı için de Türkiye’ye dönmemiş ve gemide kalmıştı. Ama gemideki durumlar Cenk’e göre değildi. Sonra çatışma başladı. Bulunduğu yeri yargılayan ve eninde sonunda asıl kimliklerine dönen iki adam. McMurphy ve Cenk.



Filmi izledikten sonra hikaye kurgusu bana başka bir filmi daha çağrıştırdı. Sarmaşık, hikayesinin geçtiği mekan ve işlediği insan doğası gerçekliği ile aslında biraz William Golding’in kendisinden meşhur kitabı Sineklerin Tanrısı’nı (Lord of the Flies) da andırıyor. Biliyorsun filmi de çekildi bu eserin. Sarmaşık denizin ortasında gitmeyen bir gemide sıkışmış kalmış gemicilerin, Sineklerin Tanrısı ise bir adada mahsur kalan bir grup çocuğun hikayesini anlatıyor. İki hikaye de erkek hikayesi, hiç kadın yok.


Fakat çok daha dikkat çekici bir şey var burada: iki hikaye de modern toplumdan uzak bir mekan olarak denizde geçiyor. Birisi ıssız bir ada, birisi denizin ortasında bir gemi. Bu temassızlık durumu aslında modern toplum sistemlerinin şekillendirdiği ve bir anlamda dizginlediği güç ve sınıf ilişkilerini, statüleri ve rolleri ıssız bir adada veya denizin ortasında bir gemide anlamsızlaştıran bir faktör. O nedenle filmin en belirgin metaforik imgesi aslında hikayenin üzerinde geliştiği düzlem, yani gemi. Gemiyi burada işleyen bir modern toplum sistemi olarak ele alırsak, o gemideki bireylerin geminin denizde ilerlemesini sağlamaları karşılığında elde ettikleri kazanımlarla yaptıkları işin zorluklarına razı geldiklerini söyleyebiliriz. Örneğin, statü ve rollerimiz gereği ve bunların bize sağladığı yaşamsal kazanımlardan mahrum kalmamak adına, gündelik yaşamda muhatap olduğumuz insanlarla iyi ilişkiler içinde olmak durumundayız, değil mi? Modern yaşamın oyuncuları olarak çok azımız aslında boğazlamak istediklerimize günaydın demek zorunda değiliz. Peki bu statü ve rollerin ontolojik kaynağı olan sistem ortadan kalkarsa ne olur? Tolga Karaçelik’in ifadesi ile, ya gemi artık gitmiyorsa?




İşte bu noktada Durkheim’ın Anomi dediği şey gerçekleşiyor. Yani gemidekiler gitmeyen bir geminin kurallarının işlevine, sonuçta elde edecekleri maaşları için bütünün sadık bir parçası olmalarının gerekliliğine inanmaz hale geliyorlar. Karadayken rolleri gereği taktıkları maskelere artık ihtiyaçları kalmayan insanların, birbirleri ile ilişkilerinde kendi koydukları kuralları işlettiklerinde Anominin nasıl Anarşiye döndüğünü görüyoruz filmde. Tabi film asıl bundan sonra başlıyor. Yani Tolga Karaçelik “Ya gemi gitmiyorsa?” dedikten sonra şu soruyu ekliyor: “O zaman kaptanla ne yapacağız?” Aslında filmin asıl derdi de bu soru ve bunu da yüz dakikada olabileceği kadar iyi işliyor Tolga Karaçelik. Büyük büyük kuramsal lafların, küçük insanların praxislerinde gömülü olduğunu belgeliyor bir yerde.


Hiç boş atmamış Tolga Karaçelik. Diğer bütün unsurlar fevkalade iyi olsa da, karakterler konusunda başarı yakalamasaydı bu film bu kadar iyi olmazdı bence. O yüzden ayrıntıcı ve titiz çalışmış. Karakterler, karakterlerin sosyokültürel arka planları ince ince tasarlanmış belli ki. Cenk’in Adana Demir forması boşuna değil, Alper’in taksici, Kürt’ün koruma olması da boşuna değil. Senin de belirttiğin gibi “gemi gitmeyince” o karakterlerin derinliği iyice ortaya çıkıyor ve hiç sürpriz olmuyor yaşananlar.


İlk bakışta – her ne kadar yönetmeni aksini iddia etse de – alegorik bir Türkiye örneklemi gibi görünüyor film. Metaforların işaret ettiği gerçeklikler de bize bunu rahatlıkla söyletiyor. Fakat ben burada onlara değinerek hikayesinin derdini sahibinin istemediği biçimde Türkiye özeline indirgemeyeceğim. Zaten konu iç politika olunca bu metaforları kaçırmayacak, “Vay be, adamlar hükümete nasıl çakmış görüyor musun?” diyecek çok sayıda aydınımız olduğu için, o konuları geçiyorum. Yalnız filmin asıl derdini tartışmazsak, hem filme hem de filmin izleyenlerine haksızlık etmiş oluruz. Sarmaşık, işaret ettiği sorun itibariyle çok derin evrensel bir konuyu işliyor aslında: Hegemonya. Bu kavram çoğunlukla baskı ile özdeş gibi düşünülür. Fakat baskı, gücün insanları konumlarına razı etmek için kullandığı hegemonik araçlarından biri sadece, dolayısıyla tam karşılamıyor.

Aslında hegemonya, insanların zihinlerinde bulundukları toplumsal konumla ilgili konsensüs geliştirmeleridir. Yani, örneğin, kadınların erkek işlerini yapamayacakları düşüncesinin en çok da kadınlar arasında yaygın olması durumu gibi. Gemide tam da böylesi hegemonik bir durum söz konusu. Bir madun olarak İsmail karakteri bunu gösteriyor bize. Madun, toplumda konuşamayan ve bundan dolayı da özneleşememiş bir bireydir. İsmail, Beybaba ile ilişkisinde, onun gücüne tam itaati gereği her denileni sorgusuz yapan, inisiyatif alamayan ve potansiyelinden habersiz bir ezilen aslında aynı zamanda. Gemideki diğerleri su, gıda, maaş ve madde yoksunluğundan dolayı artık isyanın eşiğindeyken, örneğin, Beybaba’nın emri gereği boynundaki ecza odası anahtarını Cenk’e vermeyişiyle İsmail, konumunu içselleştirmenin hakkını fazlasıyla veriyor. Ta ki bir gece Cenk kafasına çekiçle vurup anahtarı alana kadar. Orada işin rengi değişiyor ve İsmail düşünmeye başlayarak madunluğun sınırlarını zorluyor. Yalnız onu buna iten Cenk’in şiddet eylemi değil, bu eylem esnasında Beybaba’nın kamarasının kapısını içeriden kilitleyip, hiç bir şeye karışmaması oluyor.


.
Filmin son sahnesinde, Cenk’in elindeki çekici güverteye vurur halde dile getirdiği “İsmail, Beybaba’nın anahtarı sende mi?” sorusu akıllara Spivak’ın “madun konuşabilir mi?” sorusunu getiriyor. Çok önemli bir soru Cenk’in sorusu o nedenle. Aslında hegemonya nesnesi olan tüm ezilenlere soruyor bu soruyu Cenk. Yönetmen cevabı da izleyiciye bırakıyor o nedenle. Bir madun olarak İsmail söz söyleyerek madunluktan kurtulabilecek, harekete geçerek özneleşebilecek mi; yoksa gemide herkes kendi kurallarını işletecek ve kaderlerini doğal seçilime mi bırakacaklar?

Cevabı izleyenlere bırakan onlarca film izledim. Kimisinde çok kızdım sonlara, kimisini hala kafamda tartışıyorum. Ama Sarmaşık nasıl bitmeliydi diye sorsan kesinlikle böyle bitmeliydi derdim. Yani filmin sonu artık Tolga Karaçelik’e ait değil. Bize ait, yani ‘izleyenler’e.

Bir de şöyle bir durum var, aslında ezen ezilen ilişkisinin kadim sorunsalı biraz da. İnsanlar hakkı olanı alamadıklarını veya sömürüldüklerini illa sistemin durması ya da canlarına tak etmesi durumunda mı fark edebilecekler; ancak böylesi bir kırılmada mı harekete geçebilecekler? Güce hayranlık içermeyen doğru bir bilinç başka türlü kazanılamıyor mu?

Fakat filmi yönetmen Tolga Karaçelik bu konuda net. Doğru bilincin insanların canlarına tak ettiği durumda gerçekleşeceğini düşünüyor, “insanoğlunu biraz delirmek kurtaracak” diyerek. Tıpkı Dondurmam Gaymak’da ustanın “Şerefsizim bi cinnet her şeyi halledeee”  diye ünlediği gibi.


Not : Bu yazıyı sevgili dostum Ahmet Kaysılı'nın çabası ve önerisi ile farklı bir formatta bir sinema dergisi için kaleme almıştık. Ancak bizden kaynaklanmayan nedenlerden dolayı yayınlanamadı. Ben de Sarmaşık ile ilgili bu çalışmayı biraz formatını değiştirerek buraya aldım. Tekrardan emeğine ve yüreğine sağlık Ahmet.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder