Yönetmen : Marc Foster
Zekeria Ebrahimi, Ahmed Khan Mahmoodzada, Homayoun Ershaidi, Khalid Abdalla, Atossa Leoni
Khalid Hosseini’nin
ilk romanı olan The Kite Runner, 1970’lerin Afganistan’ında başlıyor,
Amir ve Hassan’ın çocukluklarında yaşadıkları ile bir ülkenin tarihini çiziyor.
Bu yol hikayesi ve esasında bir ülke hikayesi Amir ve Hassan’ın üzerinde somutlaşarak,
okuyucuyu kendine çekiyor ve 2000’lerin Amerika’sına kadar uzanıyor. Yazar
eserinde o kadar ustaca ve o kadar acımasızca anlatıyor ki yaşananları, okuyucunun
hiç unutamayacağı ve her hatırladığında yutkunacağı bir hikaye ortaya çıkıyor.
2003 yılında yayınlanan kitap o
kadar büyük bir yankı uyandırdı ki 2007 yılında filmi de yapıldı. Mümkünse
kitabı okuduktan sonra filmi izlemenizi tavsiye ediyorum.
Büyük yankılar uyandıran başarılı kitapların, sinema
perdesine aktarılması her zaman zor olmuştur ve genellikle bu denemeler başarısız
olmuştur. Ama Kite Runner böyle değil. Filmde kitaba sıkı sıkıya bağlı
kalınmış, kitabın atmosferini oluşturabilmek için büyük bir çaba sarfedilmiş,
zaman sıkıntısına rağmen kurguda mekan ve zaman çizgisi iyi tutturulmuş,
özellikle küçük oyuncuların performansı ile de film gayet güzel bir şekilde
tamamlanmış.
Kitabı okuduğumda Hassan’ın
yaşadıklarını kabul edemedim, sinirlendim, öfkelendim, ağladım. Bundan sonra da
unutmam mümkün değil. Filmi izlediğimde Hassan’ın somutlaşmış halini görmek
acımı daha da büyüttü. Gözlerindeki masumiyeti sadece hayal etmemek, görmek,
acıyı görmek ve hissetmek beni iyice derinden yaralandı. O günden beridir
“Hasan” ismi bende çok “özel” bir yere sahiptir.
“Sadece bir tek günah var, o da hırsızlık. Tüm diğerler günahlar hırsızlığın çeşitleri. Bir adamı öldürdüğünde bir hayat çalmış olursun, karısının koca hakkını, çocukların baba hakkını çalmış olursun. yalan söylediğinde, birinin gerçeği bilme hakkını çalarsın. Çalmaktan daha alçakça bir hareket yoktur.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder